Daha dün kendinden emin,
bir nutuk çekmişti,
anıların zincirlerine dair.
Soy demişti, anılar soyunu anlatır.
Ne de olsa bir aile yüzüğü yok hepimizde.
Anılar bize soyumuzu anlatır.
Gerek duyarız, sadece o kadar.
İleriye bak diye salık verdi,
ilerisi varoluş sebebin.
Daha yapılmamışlar...
- "Durağanlığı severim
mutluluk ve huzur ordaysa,
ben de orda kalmak isterim."
Anıların huzurundan sakın demişti,
ayak bağı onlar.
Durağanlıklar yakalamak,
yakaladığında bırakmamak belki de
meziyetten artık.
Soğuk bir yalancılık güç vermez mi kimisine,
hissiz bir edebiyat?
Çocukluk fotoğrafı geldi önüne:
- "Gözlerinden ateş fışkırırdı,
deliydin sen o zamanlar, ne oldu böyle?
Avrupai bir çocuktun."
Bir İtalyan, bir Fransız
bir İspanyol filminden mi fırlamış,
orası belli değil.
Şehirli biraz,
biraz da kasabalı
bir 'velespit'li.
Fotoğraftakine acıdı,
kendine acıdı.
Soruları vardı küçük kafasının.
Baş etmesi zordu.
Artan sorular ve küçük bir kafa
belki daha da zordu.
Hem cin, hem masumdu.
Hem de arkası sağlam.
Şaşırdı.
Fotoğraftaki galip gelmişti.
Hakkını verdi.
Anı mıydı bu?
Bugün mü?
Bilmiyordu.
Bir manzume kadar bağlamıştı ancak.
Bir manzume kadar unutturmuştu ilerisini.
Öyle miydi?
Belki de sadece ilerisi.